EFSANELER(BERİL MERVE ŞEKER 9/B)
EFSANE NEDİR?
Efsane ya da söylence, yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerdir. Efsanelerde anlatılan olaylar bazen gerçeküstü olabilir; ama çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır.Efsaneler Tarihi olaylar,mitolojik karakterler,kahramanlık hikayeleri veyadoğaüstü olaylar hakkında olabilir.
Ağrı Dağı / İki Bacı Efsanesi - Ağrı
Ağrı Dağı’nın bulunduğu yer bir zamanlar ova imiş. burada yaşayan bir köylünün iki kızı varmış. Bir gün bu iki kardeş odun toplamaya gitmişler. Yeterince odun topladıktan sonra abla odun dengini küçük kardeşin sırtına yüklemiş ve yola koyulmuşlar. Biraz gidince yorulan ve beli ağrıyan küçük kız ablasına; "Belim çok ağrıdı abla, ne olur biraz da sen taşı" diye seslenmiş. Ablası kulak asmamış. Biraz daha gitmişler, küçük kız yine ablasına seslenmiş, ablası hiç oralı olmamış. Küçük kız sonunda dayanamamış: "Abla abla, senin gibi ablam olacağına olmaz olsun. Dağ olasın,taş olasın, uzun uzun kış olasın belimdeki ağrı adın, seller yağmurlar muradın olsun" diye beddua etmiş. Ablası durur mu ? O da vermiş veriştirmiş: "Senin gibi kardeşim olacağına taş olsun saçların çayır, eteklerin bayır olsun. Başın dilin gibi sivri, yamacın boynun gibi eğri, adın da benim gibi ağrı olsun."
Derken bir gürültü kopmuş, bir toz bulutu kaplamış ortalığı. Biraz sonra ovada iki yüce dağ sivrilmiş.... Biri Küçük Ağrı, diğeri Büyük Ağrı... Böylece iki geçimsiz kardeşin ikisi de birer dağ olmuş.
Albat Dağı Ejderhası
Eteğinde Ortanca Çeşme’nin bulunduğu Albat Dağı’ndan, bir ejderha çıkmış. Çeşmeye kimsenin yaklaşmasına izin vermeyerek insanları susuz bırakmış.
Halkın çaresizliğini gören şehrin beyi, eline iki tarafı da keskin bir kılıç alarak ejderhayı öldürmeye gitmiş. Şehrin beyi iki eliyle kılıcını kaldırmış ve tam ejderhaya sallayacakken ejderha burnundan alevler saçarak ve derin bir nefes alarak şehrin beyini içine çekip yutmuş. Sonra, şehrin beyi elinde tuttuğu iki tarafı keskin kılıcı ejderhanın içinde çevirmiş ağzından kuyruğuna kadar ikiye bölerek öldürmüş.
Şehrin beyi evine döndüğünde, bahçesindeki havuzuna süt doldurup soyunarak içine girmiş. Havuzdaki süt ejderhadan bulaşan zehir yüzünden hemencecik kesilip çökelek halini almış. Bey, artık süt kesilmeyinceye kadar süt banyosuna devam etmiş ve böylece ejderhanın ölümcül zehrinden kurtulmuş.
Şah-ı Meran (Şahmeran)
Akdeniz Bölgesi’nin Tarsus ilinde yaşayan yılanlara Meran adı verilirdi. Barış içinde yaşayan bu yılanlar akıllı aynı zamanda şefkatliydi ve kraliçelerine Şahmeran denirdi. Şahmeran’ın vücudunun üst kısmı güzeller güzeli bir kadın, vücudunun alt kısmıysa yılan şeklindeydi. Onu gören ilk insan Cemşab, odun satan fakir bir ailenin oğluydu. Cemşab, arkadaşları ile bir mağaradan bal çıkarmak ister ancak arkadaşları daha çok bal alabilmek için Cemşab’ı mağarada bırakırlar. Cemşab, mağarada ışık sızan bir delik fark edince bıçağı ile bu deliği genişletir ve çok güzel bir bahçe görür. Bu bahçede eşsiz çiçekler, bir havuz ve birçok yılan vardır. Yıllarca burada yaşayan Cemşab, Şahmeran’ın güvenini kazanır ancak ailesini özler ve Şahmeran yerini kimseye söylememesi şartıyla onun gitmesine izin vereceğini söyler.
Cemşab Şahmeran’ın yerini padişah hastalanıncaya kadar kimseye söylemez. Vezir, padişahın iyileşmesi için Şahmeran’ın etini yemesi gerektiğini söyleyince Cemşab Şahmeran’ın yerini gösterir ve Cemşab’ın aslında üzgün olduğunu gören Şahmeran onu kaynatıp suyunu vezire içirmesini, etini de padişaha yedirmesini söyler. Vezir ölür, iyileşen padişah ise Cemşab’ı veziri yapar. Efsaneye göre, Şahmeran’ın öldürüldüğünü bilmeyen yılanların bunu öğrendiğinde Tarsus’u istila edeceği rivayet edilir.
Bir söylentiye göre Şahmeran’dan tıp bilimi ile ilgili birçok bilgi edinen Cemşab aslında Lokman Hekim’dir.
Kız Kulesi (Battal Gazi)
Üsküdar Tekfuru, Battal Gazi’nin korkusuyla kızını ve hazinelerini Kızkulesi’ne kapatır. O sırada Şam seferinde olan Battal Gazi, sefer dönüşünde kayık ile kuleye gelerek Üsküdar Tekfuru’nun kızını ve hazinelerini alarak, Üsküdar’a geri gelir. Üsküdar’dan atına atlayarak oradan uzaklaşır
Ferhat ile Şirin
Genç Ferhat, Amasya Sultanı Mehmene Banu’nun kız kardeşi Şirin’e tutulmuştur ilk gördüğünde. Yiğittir, delikanlıdır, söz dinlemezdir. Mesleği de nakkaşlıktır. Yani dönemim saray ve dini yapılarının duvar süslemelerini yapar. Onun süslediği saraylar için Şirin’e olan aşkından dolayı güzel oldukları söylenir.
Ferhat, zamanı geldiğinde Şirin’i istemeye gönderir ailesini. Mehmene Banu, Şirin’den önce görmüştür Ferhat’ı ve aşık olmuştur. Kız kardeşini de çok sever, onun üzülmesini de istemez ama aşkı kardeş sevgisinden güçlüdür. Kız kardeşini vermek istemediği için, Ferhat’ın yapamayacağını düşündüğü bir şey ister. Der ki; “Şehir’e suyu getir, kızı vereyim”. Delikanlı hiç iki bir etmez, alır eline kazmasını, düşer yollara. Fakat suyu şehre yönlendirebileceği en uygun yer bugün Şahinkayası olarak bilinen yerdir ve çok da uzaktadır.
Ferhat yine de gider ve vurur kazmayı. Kayalar kırılır, ufalanır. Taş taş üstünde bırakmaz Ferhat. Koca dağı yararak ilerler. Zamanla yol verir dağ, suya. Bu durumu öğrenen Mehmene Banu, bir cadı buldurur ve ondan Ferhat’ı durdurmasını ister. Cadı düşünür taşınır ve bir yolunu bulur. Gider genç delikanlının yanına. Kazmasını kayalara vurmakta olan Ferhat’a seslenir; “Ne vurursun kayalara böyle hırsla.. Şirin’in öldü, bak sana helvasını getirdim”
O anda aşk ateşiyle yanıp kavrulan Ferhat, beyninden vurulmuşa döner, “Şirin yoksa bu dünyada yaşamak bana haramdır” der ve kazmasını fırlatır göğe doğru. Kazma da döner gelir, düşer Ferhat’ın başına. Son nefesini veren gencin bedeni, şehre getirmeye çalıştığı sularla birlikte dökülür kayalıklardan.
Bunu duyan Şirin de gelir kayalıklara. Bakar ki sevdiğinin bedeni suyun içinde cansız yatıyor. O da atar kendini kayalıklardan. Uzanır, yatar Ferhat’ın yanına.
Su şehre gelmiştir ama iki seven yoktur artık. Ahali iki sevdalının bedenlerini yanyana mezarlara gömer. Rivayet odur ki, her mevsim 2 mezarda da 1’er gül açar bütün ihtişamıyla. Ama 2 mezar arasında da bir kara çalı çıkarmış sevenleri ayırmak için…
Pamukkale Travertenleri
Denizli’nin Çökelez Dağı’nda yamaçlarda yaşayan çok fakir bir oduncu ailesi varmış. Bu oduncu ailesinin bir tane de çok ama çok çirkin bir kızları varmış. Bu kız o kadar çirkinmiş ki anneler oğullarını uyarırlarmış aman böyle bir kızı gelin getirme diye. Hatta anneler bu kızı yolda görseler bizi görmesin diye yollarını değiştirirlermiş. Bu kız için para hiç dert değilmiş ve dalga geçenlere hiç aldırış etmiyormuş ama çirkinliğini yüzüne vurmaları artık canına tak etmesine neden olmuş. Bir gün bu çirkin kız dağın tepesine çıkmış ve kendisini aşağıya doğru bırakmış.
Fakat bu kız biraz şanslıymış ve içi su ve tortuyla dolu bir su birikintisine düşmüş. Buraya düşünce bilincini kaybetmiş ve suların içinde baygın bir şekilde bir süre kalmış. Fakat bu su kızın cildine o kadar iyi gelmiş ki adeta harika bir kız yapmış. Burada baygın şekilde yatarken, Denizli Beyi’nin yakışıklı oğlu buradan geçiyormuş ve kızı farketmiş. Kızı hemen sırtladığı gibi atının üstüne almış ve köyüne götürmüş. Köyde kıza çok iyi bakılmış ve kız iyileşmiş. Daha sonra Denizli Beyi’nin oğlu ile zamanında çirkin olan bu kız evlenmişler. O günden sonra kızın burada güzelleştiğini duyan kadınlar buradaki termal sulara girmeye başlamışlar.
HAZIRLAYAN:BERİL MERVE ŞEKER
Comments
Post a Comment